Kayıtlar

Nisan 5, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Agartha

Bilinen bilinmeyeni, görünen görünmeyeni saklar, ayrı gibi görünen aslında tektir, çokluk teklik içinde gizlidir, hüner tekliği bilip çokluğu görebilmektir, (Çokluğu görüp tekliği bilebilmektir ?). Altın, aslında önemsiz bir maddedir ama altında öyle anlamlar gizlidir ki, maddi değerinin çok ötesinde bir titreşim taşır, bu titreşime erişebilen altının sırrı ve gizini bilir onu bilen ise her maddede altını bulur. Arka bahçe veya gizli bahçe denilen Agartha-nın öğretilerini yayan örgütlenmeler hep görünmeyen yerlerde kurulmuştur, siz başka bir şey görürken aslında öndeki binanın amacı arkadaki bahçeyi gizlemektir. Arka bahçeye girebilmek için önce öndeki kapının açılması gerekir bu kapı görünendir ve genellikle de diğer kapılardan farklı olmamasına göze batmamasına dikkat edilir, ne çok göz alıcı ne çok silik, yalnızca temiz olmasına dikkat edilir ve bu kapılardan temiz olanın geçmesine izin verilir. Agartha simyasının temel öğretisi altın yapmak gibi görünşe de altındaki saklı anlamları

Sakrament

Sakrament Hıristiyanlıktaki en önemli kavramlardan biri ‘sakrament’ -kutsal işaret, ayin yada sır- kavramıdır. Kutsal işaret, ayin ve sır kavramları bizde birbirlerinden tamamen farklı çağrışımlar yapar. Bunların aynı sözcükle yani ‘sakrament’le ifade edilmesini anlayabilmemiz için yine Helen Mistisizmi’ne girmemiz gerekir. Hıristiyanlıkta 7 sakrament vardır. Bunlar Vatfiz, Ekmek-Şarap Ayini (Efkaristiya yada Rabbın sofrası da denir), kuvvetlendirme (Konfirmasyon), Günah itirafı, Son Yağlama, Rahip takdisi ve Nikah (evlendirme)’tır. Katolik ve Ortodokslar 7 geleneksel sakramentin hepsini kabul ederken Protestan Kilisesi bunlardan sadece ilk ikisini kabul eder. Zaten en önemlileri de bu ilk ikisi olduğu için bunların üzerinde duracağız. Detaya girmeden önce bile bu ayin ve sırların daha önce detaylı şekilde anlattığımız Helen Mistik Dinleri’ndeki Erginlenme Ayini’nin bir uyarlanması olduğunu fark ediyoruz. Bilgimizi tekrarlayacak olursak Helen Mistik Dinleri’nde dine yeni giren adaylar

TETA

TETA Beyniniz bir radyo gibidir...Elektrik dalgalarını alır ve yayar.Frekanslar,elektrik faaliyetlerinin ölçüldüğü ve grafiğinin çıkarıldığı aralıklardır.Bu dalgalar beyniniz tarafından solunum ile oluşturulan biyelektrik ile oluşur.Tıpkı sizde olduğu gibi yeryüzününde bir frekans dalgası vardır. İyonosfer ,gezegeni saran elektrik yüklü partiküller katmanıdır.Bu katman radyo dalgalarını emer.Yeryüzünün yüzeyinde yaklaşık 80 mil uzağa gider ve yeryüzüyle bir kondanstör oluşturur(bu da elektrik depolayabileceği anlamına gelir tıpkı bir batarya gibi).Teslanın bu konuda çalışmaları avrdır ancak biz şimdi beden ile ilgili olan kısmı verelim. Bedeninizhareket ettiğinde bu hareketler etrafa iletilir.İyonosfer katmanı(buna iyonosferik kovuk da denir.) yaklaşık 9.5cps'lik(saniyedeki devirler,7.5 civarındaydı ama şimdi çok hızlı şekilde artıyor.)frekansa sahiptir.Bedeniniz 6.8 ila 9.5 Hz arasında titreşiyor.İskeletiniz ve iç organlarınız birbiriyle uyumlu hareketleri yaklaşık 8 ila 9 cps hız

Lokomotif

Lokomotif Lokomotifi ilk düşünen, daha doğrusu ilk gerçekleştiren Trevithick oldu. 1801'de inşa ettiği ve kendinden öncekilerden daha başarılı bir sonuç alamadığı buharlı arabası hatırlardadır. Bu başarısızlık buharlı lokomotifin mucitini sarstı; sabırsız, ama hünerli bir kişi olduğundan başka şeyler üzerinde çalışmaya başladı. Ancak, emeklerinin büsbütün boşa gitmesini de istemediğinden, bir süre sonra makinesinin ray üzerinde giden arabaya bağlanmasını madencilere teklif etti. İcadını yalnız Merthyr-Tydvil Firması kabul etti (1804), fakat bu büyük bir yarar sağlamadı. Araç, beygirin yerini tutmasına tutuyordu ama, ne ondan daha hızlı gidebiliyor, ne de güven verebiliyordu. Perdahlı bir yüzey üzerinde tekerlekli araçla taşıma, ancak hafif yükler için mümkündü. Çünkü belli bir ağırlık aşılınca, kayma yapıyordu. Mühendisler bu sakıncayı giderici çareler aramaya koyuldular. Bu yoğun çalışmalar, kömürün buharlı araçla taşınması işinin gerçek bir ihtiyaç halini aldığını ispatlamaktadır

Gemi Pervanesi

Gemi Pervanesi Modern gemiciliğin çığrını açan pervanenin icadı, aynı zamanda utanmaz istismarcı takımının açgözlülüğünün ve haydutluğunun da tipik bir örneğidir. Bu yeteneklerin ve yürekliliğin değil, hilenin, dalavereciliğin ve her türlü insafsızlığın kol gezip zafer kazandığı bir alan oldu. Pervane 1803'te Charles Dallery (1754-1845) adlı bir Fransız tarafından icat edilmiştir. Dallery çeşitli dallarda ilginç icatlarda bulunmuş yetenekli bir teknisyendi. En yararlı çalışmasını buharlı gemilerin gelişmesi alanında yaptı. 1788'de bir buharlı araba, 1803'te tüpe benzeyen bir kazan yapmış ve sonunda aynı yıl Seine'de pervaneyle ilerleyen bir gemi işletmişti. Böylesine değerli bir buluş karşısında insanlar mucitini alaya almaz da ne yaparlardı!.. O kadar ki adamcağız bıkkınlık ve üzüntüsünden pervaneyi kendi elleriyle parça parça etti. Sauvage'a karşı kader daha da zalim davrandı. Boulogne-surmer'de gemi yapımcısı olan Frederic Sauvage (1786-1857) da verimli bir m

Yelkenli

Yelkenli Fulton 23 Şubat 1815'te öldü. Onu büyük bir sevince kavuşturduğu şehrin göbeğine, Manhattan'daki mezarlığa törenle gömdüler, ihtiyar Clermont'un bol bol torunları olmuştu. A.B.D.'nin büyük göllerinde ve başlıca ırmaklarında yüzlerce buharlı gemi dolaşmaktaydı. Avrupa bu gelişmeyi ibretle seyrediyordu. Amerika'yı izlemekte gecikmedi: İlk düzenli vapur seferi 1818'de, İngiltere-İrlanda arasında başladı. Kesinlikle bilinmiyor ama, halk bu yeniliğe kaygı ve duraksamalı bir dönemden sonra alışabilmiş olmalı. Çünkü bu topraklarda göl ya da ırmak söz konusu değildi. Kapalı da olsa bir deniz yolculuğuydu bu ve denizin şakası olmazdı Gerçekten, buharlı gemiyle yolculuk konusunda kaygılar büsbütün giderilmiş değildi. Makinelere olan güvensizlikten ötürü araçların ancak göllerde ya da iç denizlerde işletilebileceğine inanılıyordu. Kaldı ki yanar maddeler (A.B.D.' de odun, İngiltere'de kömür) öyle çok yer tutuyordu ki, şilep olarak kullanılması verimli olam

Buharlı Gemi

Buharlı Gemi Buharlı gemi, ne saçmalık! Bu anlayışsızlık yalnız buharlı araba tasarısını değil, buharlı gemi tasarısını da suya düşürdü. Denis Papin'inkini 25 Eylül 1707'de parçalamışlardı. Claude-François d'Auxıron'unki 8 Eylül 1774'te daha şanslı çıkmadı. D'Auxiron (1727-1778), kürekleri yangın tulumbasıyla işleyen bir gemi inşa etmişti. Seine ırmağında denemeye konduysa da tasarıya düşman gemicileri sarkacını sabote ettiklerinden deneme başarısızlıkla sona erdi. Zavallı mucit kederinden hastalandı; doğduğu Quingey'e çekildi ve orada öldü. Kırk yedi yaşında ölüm döşeğine düşen bu adamın ününe özenen Teğmen Claude de Jouffroy d'Abbans adlı bir genç ölümünden önce D'Auxiron'u buldu. Bu genç adam soylu ailesine o güne kadar epey üzüntü konusu olmuştu. Önce bir genç kızı sevmiş ve onu albayının (Artois kontu, ilerde Kral X. Charles) elinden almış, bu yüzden orduyu terk ederek kendini yangın tulumbaları üzerindeki çalışmalarına vermişti. Davranışı,

Buharlı Araba

Buharlı Araba Böyle bir tasarı Newcomen'in makinesiyle bile hayalden öteye gidebilecek gibi değildi. Daha önce tanımını yaptığımız üç metre uzunluğunda ve sarkacı yedi metreye varan dev aracı bir gözümüzün önüne getirelim. Böylesine bir hantal makineyi bir arabaya, hatta bir gemiye yüklemeyi düşünmek düpedüz gülünçtü. Üstelik bir soğutma makinesi olduğuna göre araçta ayrıca tonlarla soğuk su bulundurulması gerektirmekteydi. Bu su, gemi için bir sorun değilse de bunca hantallığı bir kara taşıt aracında bir an düşünmek bile saçmaydı, öyle ki bu yolda ısrar edenlerin hepsinin acı hayal kırıklıklarına uğrayacakları kesindi. Böyle olduğu halde, Fransız askeri mühendisi Joseph Cugnot (1725-1804), umutsuzluğa kapılmadı. Çok ufak tipte inşa ettiği bir Newcomen makinesini bir arabaya yükledi. Buharı sıvılaştırma işini hava ile gerçekleştirdi. Hantal sarkacın yerine bir dişli çark mandalı koydu. Tek ve büyük bir kazan yerine buharı sırayla alan iki ufak silindir yerleştirdi. Makinesinin prot

Kauçuk

Kauçuk Şimdi 1745'e XV. Louis'in saltanat yıllarına gideceğiz. Paris çalkalanıyor: Kâşif La Condamine, Güney Amerika'ya yaptığı bilimsel inceleme gezisinden dönmüş... On yıl süren bu gezinin bastıca amacı meridyenin bir derecesini ölçmekti. Daha önce Maupertuis tarafından Laponya'da yapılan benzeri bir incelemenin sonuçlarının karşılaştırılması, Cassini ve Newton taraftarlarının arasındaki mücadeleye son vermişti: Dünya ekvatorda değil kutuplarda basık bir küre idi. Aydın tabaka, Maupertuis'in Cassini'ye La Condamine'in Bourguer'ye karşı sürdürdüğü ve Voltaire'in kışkırtıp körüklediği polemiği yıllarca ilgiyle izlemişti. Halkın gözüyse kâşifin Peru'dan getirdiği ve Akademi'ye sunduğu bir keşifteydi. Bu, yerlilerin bir ağacın özsuyundan elde ettikleri esnek bir maddeydi. Ağacın kabuğu hafifçe yarılınca özsuyu akıveriyor ve bu su hemen donduğu halde yumuşaklığını kaybetmiyordu. Yerliler hem kırılmaz, hem de su geçirmez bu maddeyle çanta, ayakka

Sülfürik Asit

Sülfürik Asit Toprak, insana hayatının iki temeli olan ekmek ve sudan başka gerekli bir maddeyi daha, tuzu da sağlar. Bu maddenin öteden beri beslenmede önemli bir yer tuttuğunu ve uzun zaman tuzdan yoksun kalmanın organizmada ne gibi düzensizliklere yol açtığını biliyoruz. Tuzun, yalnız beslenmede değil toplumsal hayatta da büyük rol oynadığını gösteren olaylar çoktur. Sözgelişi Fransızca�daki Salaire, İngilizce�deki Salary kelimesini bir göz önüne alalım: Bu kelime Roma lejyonerlerinin ücretlerinin bir kısmını tuz (sel) olarak almalarından gelmektedir. Bu madde gerçekten birçok ülkede para yerine geçiyordu ve en uzak çağlardan beri devletin tekelinde olup birçok yerlerde 'tuz vergileri' konmuştu. Tuz, bazen buharlaştırma yoluyla deniz suyundan bazen tuz kayalarından çıkartılır. XIX. yüzyıla kadar tuz, mutfaklarda ya da et ve balık tuzlama işinde kullanılırdı. Ama Leblanc'ın sodyum karbonatı hammadde olarak kullanmaya başlaması üzerine, yeni doğmakta olan kimya sanayinin t