Kayıtlar

Kasım 22, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SOKRATES

SOKRATES: M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür. Platon'un hocası olan Sokrates, yazılı hiçbir şey bırakmamış, tüm zamanını özellikle gençlerle felsefe tartışarak geçirmiştir. Görüşleri, tartışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafından beğenilmeyen Sokrates, 'yeni tanrılar icat ettiği, görüş ve tartışmalarıyla, gençleri baştan çıkardığı' gerekçesiyle ölüme mahkum edilmiştir. Sokrates'in felsefedeki ve felsefe tarihindeki önemi, onun bilinçli ve ahlaki kişiliğin bulunduğu yer olarak ruh kavramını bulmuş olmasından kaynaklanır; felsefenin merkezine insanı geçiren, insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla olan ilişkisinin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini araştıran, insan yaşamının kişisel, toplumsal ve ahlaki boyutunu ön plana çıkaran Sokrates, insanlara özsel bileşenlerinin ruh olduğunu, onların ruhlarına özen göstermeleri gerektiğini anlatmaya çalışmış, bu düşüncesini ifade etmek, onu eylemleriyle somutlaştırmak için de, yaz kış çıpla

Seneca

Seneca: Milattan önce 5 ve Milattan sonra 65 yılları arasında yaşamış ünlü Romalı düşünür. Stoacı ahlak görüşüyle tanınan Seneca, ahlakının temeline doğaya uygun yaşama ilkesiyle, bir bilge idealini yerleştirmiştir. Zamanın toplumunu bir vahşi hayvanlar topluluğu olarak gören Seneca, bilge kişisini, kendi kendine yeten, hazza olduğu kadar eleme karşi da duygusuz, korku bilmez, evrenin gerçek efendisi, erdemi özgür iradesinin sonucu olan ve ölümden korkmayan kişi olarak tanımlamıştır. Başka bir deyişle, her ne kadar Stoacı maddeciliği benimsemiş olsa da, Tanrı'nın aşkın olduğunu öne süren Seneca, pratik felsefeyi öne çikarmis ve gerçek erdemle değerin, dışarıda değil de, insanın içinde olduğunu belirtmiştir. Harici iyiler ve zenginlikler, insana mutluluk sağlamazlar.

Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer Arthur Schopenhauer (1788-1860) Alman filozof. Hayatı 22 Şubat 1788’de Danzig'de doğdu. Babası yetenekli bir tüccar olan Heinrich Floris Schopenhauer, annesi ise özgürlüğüne düşkün genç bir kadın olan Johanna idi. Heinrich Schopenhauer'un en büyük arzusu oğlu Arthur'un kendisi gibi büyük bir tüccar olmasıydı. Schopenhauer ailesi bir çocuğun düşlediği ideal aileden çok uzaktı, Heinrich fazlasıyla kıskanç, Johanna ise fazlasıyla bencil ve özgürlüğüne düşkündü. Bu yüzden ailedeki çekişmeler Heinrich Schopenhauer ölene kadar hiç dinmeyecekti. Arthur Schopenhauer ise annesine karşı olumsuz hislerle dolu bir biçimde yetişecek ve ilerdeki kadınlar üzerine kuracağı olumsuz düşüncelerinin çoğunun temelinde hoşlanmadığı annesi olacaktı. Arthur henüz çok küçükken, Prusya Danzig'i yönetimi altına alınca aile Hamburg'a taşındı. Aile Hamburg'a taşındıktan sonra, Arthur'un küçük kız kardeşi Adele dünyaya geldi.1793'ten 1797'ye kadar ailesi

SCHİLLER, Johann Friedrich Von

SCHİLLER, Johann Friedrich Von: Almanya'da 19. Yüzyılın ilk yarısında ortaya çikan Romantik felsefe akımının önemli düşünürü. Özellikle sanat ve eğitim konusundaki görüşleriyle haklı bir ün kazanmış olan Schiller, 1795 yılında yayınlanan Über die asthetische Erziehung des Menschen (İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar) adlı eseriyle Batı kültürünün bütün bir tarihini ortaya koyma yolunda bir denemeye kalkışmıştır. O, işte bu deneme çerçevesi içinde, modern insandaki bölünmüşlüğü ve yabancılaşmayı teşhis eden ilk düşünürlerden biri olma onurunu taşir. Yaşamlarında formun tamlığıyla içeriğin bütünlüğünü, imgelemin ilk gençliğiyle aklın olgunluğunu birleştirdiklerini düşündüğü Yunanlı model alan Schiller'e göre, modern insan kendi içinde bölünmüş bir insan olup, insan doğasının birliği ilerleme fikriyle, kültürdeki ilerleme düşünüyle bozulmuştur. Modern insandaki bu bölünmüşlük ve yabancılaşmanın ilacının, Schiller sanat olduğunu düşünmüştür. Başka bir deyişle, o sanatı in

SAİNT-SİMON

SAİNT-SİMON Düşünce tarihinde, toplumun bilimi olarak gördüğü sosyolojinin düşünce babası olarak tanınan Fransız filozof ve iktisatçısı. Temel eserleri: De la Reorganisation de la Societe europenne [Avrupa Topluluğunun Yeniden Örgütlenmesi Üzerine], Du Systeme industriel [Sanayi Sistemine Dair], Cateschisme des Industriels [Sanayicilerin İlmihali]. Saint-Simon, toplumda bir reforma gitmeyi amaçlamış, toplumun endüstri çağının, endüstrinin gereklerine göre düzenlenmesi gerektiğini savunmuştur. Bilimsel düşünce*ye dayanan bir toplum bilimi kurmanın zamanının geldiğini, artık pozitif bilim çağı*nın başlamış olduğunu öne sürdüğü için, aynı zamanda pozitivizmin de kurucusu olarak da bilinen Saint-Simon’un en büyük düşü, insan toplumunun reformdan geçiril*mesi olmuştur. Ona göre, Fransız Devrimi mutluluk getirmemiştir. Evrensel insan hak*larının ilanı, Saint-Simon’a göre, aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmamıştır. Toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir

Speusippos

Speusippos (M.Ö. 339 - 338) Yunan filozofu. Platon'un yeğeni ve öğrencisi olan Speusippos, Platon'un ölümünden sonra (M.Ö. 347) Akademia'nın başkanı oldu. Speusippos'dan günümüze yalnızca Pythagorasçı Sayı Kuramı Üzerine adlı yapıtından uzun bir bölümle bir kaç metin ulaşmıştır. Çağdaşları ve ilk döneminde Akademia'ya başkanlık eden ardılları gibi idea'ların karşısında somut ilkeler olarak gördüğü sayıların ve sayısal guruplandırmaların önemini vurguladı. Bu bağlamda 10 sayısını "yetkinliğini" ya da taşıdığı özel önemi açıkladı. Çağdaşlarının "Bir" ve "İki"yi (diad) sırasıyla iyi ve kötünün ilkeleri olarak görmelerine karşın, bu ilkelerin etikle ilgili kavramlara yüklenemeyeceğini savundu. Ayrıca sayısal göstergeler yardımıyla sayısal gerçekliği yoğun tinsel içeriğe sahip, birbirini izleyen katmanlar biçiminde düzenledi. Aristoteles tarafından şiddetle eleştirilmesine karşın, bitki ve hayvan fizyolojisine ilişkin karşılaştı

ADAM SMİTH

ADAM SMİTH 1723-1790 yılları arasında yaşamış olan İskoç iktisatçı ve düşünür. Temel eserleri The Theory of Moral Sentiments [Ahlâki Duygular Teorisi] ve An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations [Ulusların Zenginliğinin Doğası ve Sebepleri Üzerine Bir Soruşturma.] İskoç Aydınlanması ve iktisadi liberaliz*min en önde gelen isimlerinden biri olan Smith, daha ziyade eklektik bir karakter ta*şıyan ahlâk görüşünde, bir erdem ahlâkı geliştirmiştir. Erdemin neden meydana geldi*ği’ ve erdemi hangi psikolojik ilkelere göre tanıdığımız’ soruları üzerinde odaklaşan ahlâk görüşünde, Smith bu soruları Aristoteles ve Stoacılar’ın görüşlerinden olduğu kadar, Hutcheson gibi yararcı düşünürlerin görüşlerinden de faydalanarak yanıtlamaya çalışmıştır. O iktisat görüşünde ise, her türlü zenginliğin kaynağının emek olduğunu savunmuş, modern toplumlarda zenginliğinin artışının en önemli nedeninin bir yandan iş bölümü, diğer yandan da emeğinin veriminin artmasını sağlayan sermaye

Scotus

Scotus (? -1308) Ortaçağın bir döneminde düşünce yaşamına çok itina göstermiş olan Dominiken ve Fransisken tarikatlarından söz etmiştik. Thomas, Dominiken rahibidir. Fransisken tarikatı Thomas'a karşıdır. Bu tarikat, özellikle Skolastiğin son dönemini temsil etmiştir. Şimdi Fransisken tarikatının en önemli iki kişiliğinden söz edeceğiz. Bunlardan biri İskoçyalı Duns Scotus'tur. Duns Scotus Thomas'tan esasta ayrılır. Thomas için seyir (temaşa) yaşamının esas olduğunu biliyoruz. Oysa Duns Scotus tam tersine olarak, yaşamın anlamını "fiil ve davranışız, bulur. İşte bu fiil ve davranışa verdiği önemle, bu aksiyona verdiği değer ile Duns Scotus bir bakıma Rönesans'ı hazırlamış olur. Duns Scotus'a göre, Allah isteyen ve "irade sahibi" bir varlıktır. Allah, evreni kendi özgür iradesinden, iradî bir davranış ile yaratmıştır. Bundan başka, ahlâkî değerler de Allah tarafından yaratılmıştır. Bundan dolayı evreni ve ahlâkı yalnızca akıl ile, yalnızca ras

SCHELLİNG

SCHELLİNG Schelling bir rahibin oğludur. Parlak zekalı ve yetenekli bir çocuk olduğu için çok erken olgunlaşmış ve daha yirmiiki yaşında iken Fichte'nin felsefesi çevresinde yazdığı bir kitabı sayesinde Profesör ünvanı almıştır. Tüm yaşamı boyunca düşüncesini sürekli değiştirmekten, yeni anlayışlara inanmaktan çekinmemiş. Sonuçta da dağınık fikirlerini bir bütün olarak göstermek zordur. Schelling'e göre bütün doğa bilinçsiz bir zekanın yaratmasıdır. Doğa düzensiz ve dağınık bir yapı değildir, tam tersine sıkı bir düzene ve ereğe bağlıdır. Bu nedenle doğada bir yaratıcı ilke olmalıdır. Böyle bir ilkenin, yaratıcı zekanın manevi nitelikte olması gerekir. Bu evrende sadece insanda manevi bilinç vardır. Bu nedenle yaratıcı zeka bilinçsiz bir zekadır. Böylece Schelling yaratıcı ilkeyi Fichte'den farklı olarak "ben"'in dışında buluyor, oysa Fichte herşeyi "ben" sayesinde anlıyordu. Bu zeka da gelişir ve gelişirken çeşitli basamaklardan geçer. Bu basam

EL RAZI

EL RAZI El-Razi olarak bilinen Ebu Bekir Muhammed Bin Zekeriya, 864 yılında İran'da Rey kentinde dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarında müzik, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve tıp bilimleri ile ilgilenmiştir. Hekimliğe karşı duyduğu ilgi sonucu tıp eğitimine yönelmiştir. Hekimliği sırasında halk arasında ünü ve çalışkanlığı ile ön plana geçen El-Razi, Rey kenti hastanesi başhekimliği görevini üstlenmiştir. Bu dönem içerisinde gerek hekimlik pratiği, gerekse tıp eğitimi üzerine çalışmaları sonucu dönemin en ünlü hastanelerinden olan Bağdat Hastanesi'ne başhekim olarak atandı ve yaşamının büyük bir bölümünü bu kentte geçirdi. Hayatının sonuna doğru Rey kendine geri dönen Razi, 930 yılında bu şehirde hayata gözlerini yumdu. Çalışmalarının büyük bir kısmı tıp üzerine olan El-Razi'nin en ünlü eseri "El Hevi (Liber Continens)"dir. Bu eser, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine yazılmış döneminin en geniş medikal ansiklopedisidir. Antik Yunan ve İslam tıbb

Roscelinus

Roscelinus (Tahminen 1050 -1123) Kendisiyle ilgili pek az şey bildiğimiz Roscelinus''a göre: Tümel kavramlar yalnızca birer kelimeden ibarettir. Aralarında az ya da çok ilişki olan objelere bu kelimeleri bizim yüklediğimizi savunur. Bu dönemde isimciliğin etkisi sınırlı ve önemsizdir. İsimcilik fazla yayılamamıştır. Çünkü Kilisenin direnmesi ve "düşmanlığı" hız karşılaşmıştır. Nitekim 1092 yılında Soisson Sinod, Roscelinus'un isimciliğini (nominalizmi) açıkça suçlamıştır.

Jean – Jacques Rousseau:

Jean – Jacques Rousseau: (1712-1778) Özellikle siyaset, toplumsal özgürlük, haklar, eğitim, din üstüne yazılarında geliştirdiği düşüncelerle tanınan İsviçre doğumlu Fransız filozof, denemeci, müzikbilimci ve romancı. Cenevre’de doğan Rousseau, büyük ölçüde kendini eğitmiş , genç yaştayken Fransa’ya giderek hemen bütün yaşamı boyunca Paris ile taşraları arasında oradan oraya dolaşmıştır. Rousseau’nun düşüncesine en genel anlamda üç ayrı yönden yaklaşmak olanaklıdır: “Toplum sözleşmesi kuramcısı olarak” Rousseau, varolan in sanlık durumunu açıklamak amacıyla varsayımsal bir doğa durumu kurmaya çalışır. Bu çaba, hem bir insan doğası kuramı hem de toplumsal örgütlenmeye yönelik bir dizi pragmatik savdan oluşan bir felsefi insanbilimin çevresinde dolaşır. “Toplum yorumcusu olarak” Rousseau, eğitim ile toplumsal örgütlenmenin hem varolan uygulamadaki biçimlerini hem de olması gereken ideal biçimlerini ortaya koymaya çalışır. “Bir ahlakçı olarak” Rousseau ise bir tür evrensel siyasal eyl

John Rawls

John Rawls: (1921-2002) Amerikalı ahlâk ve siyaset felsefecisi. Rawls , hocalık yaptığı yıllar boyunca Princeton Üniversitesi, Cornell Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve Harvard üniversitesi'nde dersler vermiştir. Bir Adalet Kuramı (A Theory of Justice, 1971) başlığını taşıyan kitabı siyaset kuramı alanında yirminci yüzyılda yazılmış en önemli kitap diye görülmektedir. Rawls, ceza üstüne 1950'lerde yazdığı ilk yazılarından tutun da etik ile doğruluğun temellerine yönelik yazılarına dek hemen bütün yazılarında toplumsal adalet ya da adaletin eşit dağılımı sorunlarıyla uğraşmıştır. Bir Adalet Kuramı başlıklı çalışmasında daha önceki çalışmalarında vardığı ana sonuçları biraraya getirerek "doğruluk/haktanırlık olarak adalet" diye adlandırdığı özgün bir toplumsal adalet anlayışını kapsamli bir biçimde savunmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken, egemen ahlâk felsefesi olarak nitelendirdiği yararcılığın karşısına toptan başka bir seçenek getirdiği görüşünde

PHİLON

PHİLON MÖ. 25 yılında doğan ve MS.50 yılında ölen Philon İskenderiye’de yaşadı. Platon’un, zamanın ve mekanın üstünde gerçek varlıklar olarak düşündüğü ideaları, Philon, Tanrı’nın onları düşünmesiyle idealar varlık kazanırlar diyerek, Platon ve Aristoteles’te görülen mimar Tanrı kavramı yerine, yaratan Tanrı kavramını ortaya atmıştır. Philon’a göre Tanrı, saltık ve en yetkin varlıktır. O, her şeyin tek nedenidir; tümel kudrettir, saltık mutuluktur, hiçbir belirli yerde değildir. O, evrenle ilişki için, kendine özgü araçlar yaratmıştır. Philon, bu araçları idealar, kuvvetler (melekler) ve ruhlar olarak sınıflandırmıştır. Tanrı, yani saltık varlık, logos ise yansır. Logos ise tanrısal söz olarak (Ruh el-kudüs), tanrısal insanın (oğul) ideasıdır. Tanrı, oğlu logos aracılığıyla kaostan kosmosu yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıkların en yetkini Adam (model insan)dır, çünkü tanrısal ideayı (logosu) ve en yüksek nitelikleri kendinde toplamıştır. Ruhun asıl yaratıcı yönü anlıktır. Du

Proklos

Proklos (410 - 485) Soyut düşünceye olan yetenek ve eğilimini matematik alanındaki başarılarıyla kanıtlamış olan Proklos, bu katıksız matematikçi, Tanrılar konusunda hayal ürünü olan düşüncelere de sahiptir. Geniş bilgi sahibi bir bilgin olan Proklos, çeşitli ulusların çok iyi bildiği efsanelerini bir sistem halinde toplamaya ve sistemini, nedenleri ile birlikte açıklayacak biçimde kurmaya çalışmıştır. Bu sistemin karakteristik olan noktası, hep üçlü gruplar oluşturmaya ve bunlar arasında ilişkiler kurmaya çalışılmasıdır. Böylece Proklos, sonradan Hegel'de de Taslayacağımız, dinle k tik bir sema, (çizelge) kurmuş olur. Proklos'un eksik yanı, ekzakt gözlemler yapmamasıdır. Aristo ve okulunun temelde benimsediği kesin gözlemler, artık Yeni Eflâtunculukta önemini tümden yitirmiştir. Gerçek, doğanın kendisinde değil de, "kitaplar"da aranmaya başlanmıştır. Yeni Eflâtunculuğun son dönemlerinde ilgi odağı olan konulardan biri, Eflâtun ve Aristo'yu "yorumlam

Paulus

Paulus (10 - 67 ?) Aynı şeyi dört incilden sonra yazılmış olan Paulus'un mektupları için de söyleyebiliriz. Kendisine, haklı olarak, Hıristiyanlığın ikinci kurucusu diyebileceğimiz Paulus, mektuplarında insanın günahtan arınması için, İsa'nın yolunda yürümesi, yani ölüp sonra yeniden dirilen Allah'a inanması gerektiğine dikkat çeker. Ölüm günahın sonucudur; o halde ölümden kurtulmak, ancak günahtan kurtulmakla mümkündür. Paulus mektuplarında bu nokta üzerinde özellikle durur. Bu mektuplardaki ikinci önemli düşünce, insanın "tek basına" günahkâr yapısını hiçbir zaman yenemeyeceği inancıdır. Paulus'a göre insan iyiliğin neyde olduğunu bilir; fakat buna rağmen onda, bir türlü önüne geçemediği, kötüye karşı bir eğilim vardır. Bu görüş ile Sokrat'ın görüşlerini bir karşılaştıralım: "Erdem bilgidir" ve "hiç kimse bilerek kötülük yapmaz" diyen Sokrat'ın bu iki ana görüşünde; temelde günahın ve suçun bir hatadan ileri geldiği düşün

Porree

Porree (? -1154) "Chartes Okulu"na bağlı olanlar, daha çok bilgin denilmeyi hak etmiş kişilerdir. Bunların en önemlisi ise Gilbert de la Porree'dir. Batıda "İslâm" eserlerinin etkisine (özellikle matematik, doğa bilimleri ve tıbba ait eserler) ilk kez bu Chartes Okulunda rastlarız. Bu okul İbni Sina'yı biliyordu ve eserlerinden yararlanıyordu. İslâm fiziği ve bunun dayandığı Aristo'nun doğa felsefesi ve ayrıca mantığı, Batıya bu okulun yardımıyla girmeyi başarmıştır. Sözünü ettiğimiz bu dönemde; Roscelinus, Abelard, Chartes gibi çeşitli "Fransız" isimleri dikkatimizi çekiyor. Fransa bu dönemde ilahiyat ve felsefeye ait araştırmalar bakımından özellik taşıyan bir ülkedir. Bu dönemde ulusal özellikler henüz belirmemiştir. Söz gelişi Anselmus aslında İtalyandır. Fakat sonraları Canterburg Başpiskoposu olmuştur. Bu dönemin düşünürleri, doğal olarak, hep "lâtince" yazıyorlardı. Fransa'da XII. yüzyılda "ilk üniversite"

Blaise PASCAL

Blaise PASCAL: (1623 - 1662) Bir Fransız matematikçi, fizikçi ve aynı zamanda teolojist olan Blaise Pascal, Etienne Pascal'in üçüncü çocuğu ve tek oğluydu.Daha üç yaşındayken annesinin ölümü üzerine yetim kalır. 1632 yılında babası dört çocuğuyla beraber Clermont’u terkederek Paris’e yerleşir. Babası antiortodox olduğu için O’nu kendisi yetiştirmeye karar verir. Kendisi de zamanının iyi matematikçilerinden olan Etienne Pascal, oğlunun 15 yaşından önce matematik calışmaması gerektiğine karar vererek evini matematik dokümanlarından arındırır. Fakat bu küçük Pascal’in sadece matematik merakını ateşler, 12 yaşında kendisi geometri çalışmaya başlar. O zamanlarda üçgenin iç açılarının toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu bulur, bunun üzerine babasi teslim-i silah eder ve ona incelemesi için Euclid’in teoremlerini içeren dökümanları verir. Yani matematikle ilgisi çocukluk döneminde matematik eğitimi almadan başlar, sonraları babasıyla beraber "Academie Parsienne&

Georges Politzer

Georges Politzer SIK SIK şöyle denir: Georges Politzer her şeyden önce Gülüştür. Meydan okumanın Gülüşü; başkaldırmanın değil, devrimcinin Gülüşü; anarşistin değil, tarihin mahkumiyet hükmünden kurtulmak için eski dünyanın güçleriyle açıkça alay eden marksistin Gülüşü. Zincirler içinde, Pucheu'nün karşısında, Gestaponun işkenceleri içinde bile, galip gelenin Gülüşü; infaz mangasının karşısında, galip gelenin Gülüşü. Georges Politzer, 1903'te doğmuştu. Macaristan'ın kuzeyindeki küçük bir kentte, Navyvarod'da dünyaya gelmişti; ama, 17 yaşında, gerici bir iktidarın eline düşen babasına kıymış olan bu ülkeyi terketmek zorunda kalmıştı. Fransa'yı seçmişti; zekasının ve yüreğinin yaptığı bir seçimdi bu; çünkü tepeden tırnağa Fransızdı. Fransız esprisinin pırıltılarını kimse ondan daha iyi anlatmamıştır. Fransız dilini, baba ocağında, Voltaire'i ve Diderot'yu okuyarak öğrenmiştir; ve Quartier Latin'de felsefe hocalığına dek bütün unvanları kazanmak için to

PLOTINOS

PLOTINOS: Milattan sonra 205-270 yılları arasında yaşamış ve Platon'un metafiziğini, biraz daha farklı bir versiyon içinde yeniden öne süren, ve ögretisi sayesinde, Platon'un, Hellenistik çagda ve bu arada Ortaçağda, hem Hıristiyan felsefesinde ve hem de İslam felsefesinde etkili olmaya devam ettiği, ünlü Yunan filozofu. Felsefesinde, Platon'un Devlet'te yer alan İyi İdeasıyla ilgili görüşlerinden yola çikan Plotinos, Platon'un İyi İdeasını tanrılaştırmış ve varolan herşeyi Tanrı'dan başlayan bir türüm ya da sudur süreciyle açıklamıştır. O da, tıpkı Platon gibi, maddi dünyanın, sürekli olarak değiştiği için, gerçek olamayacağını düşünür. Yalnızca değişmeyen bir şey gerçekten var olabilir. Bundan dolayı, bu değişmeyen gerçeklik, Platon'un da göstermiş olduğu gibi, maddi dünyadan farklı ve ayrı olmalıdır. Bu varlık ise, Plotinos'a göre, Tanrı'dır. O Tanrı hakkında, Tanrı'nın bu dünyadaki herşeyi aştığını söylemek dışında, hiçbir şey söylenemeyec

PLATON

PLATON: M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan ve düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusu olan ünlü Yuna filozofu. Temeller: Sisteminde, Sofistlerin Yunan toplumu üzerindeki olumsuz etkileriyle savaşmaya çalismis olan Platon, işe öncelikle bilgi konusuyla başlamış ve mutlak ve kesin bir bilginin var olduğu konusunda tümüyle dogmatist bir tavır sergilemiştir. Ona göre, değişen hiçbir şekilde bilinemeyeceği için, insan zihninden bağımsız olan, değişmez bir varlık olmalıdır. Mutlak ve kesin bir bilgiye erişmek ve bu bilgiyi başkalarına aktarmak durumundaysak eğer, Platon'a göre, dünyada sabit, kalıcı ve değişmez olan birtakım varlıklar olmalıdır. O bu değişmez, sabit ve kalıcı varlıklara İdealar adını verir. Öyleyse, Platon'a göre, bilgi tikel olanın ve değişenin beş duyu yoluyla kazanılmış empirik bilgisi değil de, değişmez ve tümel olanın akıl yoluyla kazanılan ezeli-ebedi bilgisidir. Metafiziği: İdealar yalnızca bilginin nesneleri olmakla kalmazlar

PERMENIDES

PERMENIDES: Değişmeyi ve oluşu yadsıyan görüşü, birtakım aşilamaz güçlüklere yol açmış olan ünlü doğa filozofu. Parmenides'e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur. Gerçeklik mutlak anlamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur. Parmenides bu sonucu şöyle bir akılyürütme çizgisiyle elde etmiştir: Var olan herşeyi gerçeklik, Varlık olarak niteleyelim. Varlık varlığa nereden gelmiştir? Burada iki alternatif vardır: Varlık varlığa ya varlıktan (yani, varolan bir şeyden) ya da yokluktan (yani, var olmayan bir şeyden) gelmiş olabilir. İkinci alternatif, tüm Yunanlı filozoflar gibi, Parmenides için de kabul edilemez olan bir alternatiftir, çünkü Yunanlılara göre, hiçten hiçbir şey çikmaz. Birinci alternatif söz konusu olduğunda ise, Varlığın yaratılmamış olduğu sonucu çikar, çünkü O varlığa kendisinden gelmiştir. Yani kendi kendisiyle aynıdır. Varlığın, Parmenides'e göre, parçaları da yoktur. Öte yandan,

Protagoras

Protagoras (M.Ö. 485 - 410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera'da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina'da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında "erdem"li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, "insan her şeyin ölçüsüdür" (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister. Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, "kişiye yararlı olanı" aramalıdır der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. "Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de ö

PARACELSUS

PARACELSUS: (1493 - 1541) Paracelsus, on altıncı yüzyılın önemli bilim adamlarından biridir. Doktor olan babasından ilk temel bilgileri aldıktan sonra üniversiteye gitmiş ancak burada edinmiş olduğu bilgiler kendisini tatmin etmediği için çeşitli bilim merkezlerine seyahatler etmiştir. Günün tedavi şekline, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı çıkmış ve bunun sonucunda Galen, Hipokrates gibi otoritelerin eserlerini yakmıştır. Bu hareketiyle büyük bir tepkinin doğmasına sebep olan Paracelsus, hemen hiçbir yerde fazla kalamamış, şehir şehir dolaşmıştır. Paracelsus, bütün varlıkların ortak bir temeli olduğunu ileri sürmüştür; bu temel, daha önce ileri sürülen 4 elementin yanı sıra, onun materia prima (ilk maddeler) adını verdiği tuz, civa ve kükürtten ibaretti. Daha önce verilen bilgiden de anlaşılacağı gibi, bunlardan cıva ve kükürt, İslâm Dünyası'nda, transformasyon teorisi kapsamı içinde temel iki element olarak sunulmuştu. Bu yedi temel element, canlı veya cansız bütün varl

Poseidonios

Poseidonios (M.Ö. 135 - 51) Yunan filozofu. Döneminin ve bir olasılıkla tüm Stoacı okulun en bilgili üyesi olarak kabul edilir. "Atlet" lakabıyla anılan Poseidonios Suriye'de Apameia kentinde doğdu. Yunanlı Stoacı filozof Panaitios'un öğrencisi oldu ve bir çok yere gittikten sonra Rodos'a yerleşip ders vermeye başladı. Onun ünü pek çok bilgini buraya çekmeye başladı. Yazıları ve kişisel ilişkileriyle Stoacılığın Roma dünyasında yaygınlaşmasında Panaitios'dan sonra en etkili kişi oldu. Hiç biri günümüze ulaşmayan 20'yi aşkın yapıtının yalnızca başlıkları ve konuları bilinmektedir. Orta dönemin öteki Stoacıları gibi Poseidonios da daha eski Stoacılar'ın görüşleriyle Platon ve Aristoteles'in görüşlerini birleştiren eklektik bir düşünürdür. Ama insan tutkularının yalnız yanlış yargılar değil, içsel nitelikler olduğunu savunan etik öğretisiyle çağdaşı Stoacılar'dan ayrılır. Doğa bilimi, coğrafya, astronomi ve matematikle de ilgilenen Poseidoni

Karl Raimund POPPER

Karl Raimund POPPER Bilim ve siyaset felsefesiyle uğraşmış olan, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri. Temel eserleri: The Logic ot Scientific Discovery [Bilimsel Keşfin Mantığı], Conjectures and Refutati*ons [Sınama ve Yanılmalar], Objective Knowledge [Nesnel Bilgi], The Poverty of Historicism [Tarihçiliğin Sefaleti] ve The Open Society and its Enemies [Açık Top*lum ve Düşmanları]. Bilim Felsefesi: Popper’ın felsefeye yaptığı ilk büyük ve önemli katkı, bilime bir sınır çekme problemine getirdiği yeni çözümden oluşur. Onun zamanına dek kabul edilmiş olan görüşe göre, bilim tümevarım yöntemiyle seçkinleşir, yani bilim sonuçlarına, mantıksal analiz yerine, gözlem ve deney yöntemiyle ulaşır. Buradaki büyük güçlük ise, şudur: Ne kadar çok ve uzun süreli gözlem yapılmış olursa olsun, eldeki veriler s*nırlanmamış bir genellemenin, tümel bir önermenin doğruluğunu saptamak için hiç*bir zaman yeterli olmayacaktır. Örneğin, ‘Tüm kargalar siyahtır’ şeklindeki sınırlanmamış bir gene